Futbolda eski kurdum:
«Fenerbahçe» nin forvetleri
Mahallede kaydırak oynayan birer piç kurusu İken
Ben en ağır hafbeklerî yere vururdum!
Futbolda eski kurdum:
santıradan alınca pası,
çakarım:
hop!
Beş numara top
açık ağzından girer golkiperîn karnına!..
Bana mahsustur bu vuruş!
Futbol potinlerim
Kurşun kalemimden öğrendiler bu sanatı!
ŞAİR şiirinden
Nâzım Hikmet, babası Selanik’te «Mesalih-i Ecnebiye
Müdiri» (Yabancılarla ilgili işlere bakan Müdür) iken 15 Ocak 1902’de dünyaya
geldi. O sırada dedesi Nâzım Paşa Diyarbakır Valisİydi. Nâzım Paşa,
Diyarbakır’ da sağlığı bozulduğu için başka bir yere atanmasını isteyince
Halep Valiliğine getirildi. Nâzım’ın babası Hikmet Bey, görevinden pek memnun
olmadığı için ayrılmaya ve ticaret yapmaya karar verdiğinden, Selânik’ten
ayrıldı, Halep’e babasının yanma gitti. Şair Nâzım Paşa, torununun erkek
olduğuna sevindiği kadar, kendi adını taşımasından da onur duyuyordu.
«Evlâdım, dedi, mühendislik, hekimlik, hâkimlik
herkesin işi... Belli bir programı sonuçlandırmayı göze alabilen herkes
mühendis olur; hekim olur, bıçak altında adam öldürür, suçlayanı çıkmaz. Hakim
olur, bakarsın suçsuzu idamlık suçlu zanneder, sonra iş anlaşılır, hâkime karışan
olmaz. Ama ben şairliğimden hiç şikâyetçi değilim, torunumuz Nâzımın da şair
olmasını isterim. Hem de öyle bir şair ...»
«Böyle günlük işlerle uğraşıp vicdanlarıyla baş başa
kalanlar da, bir altın bileziği koluna takıp para kazananlar da gelip
geçicidir. Ben böyle günlük işlerle uğraşıp vicdanlarıyla, belli işleriyle baş başa
kalanlardan olmaktansa torunumun iki cihanı yenileyecek, söylenmemiş bir söz
söyleyecek şair olmasını dilerim olmasını isterim.»
Hikmet Bey, babasına karşı gelmedi.
Hikmet Bey, geçim zorluğu nedeniyle ikinci çocuğun
giderini karsılayamama ihtimali ile üzülüyordu.Halep’te ticaret hayatında hiç
bir başarı gösterememişti. Vali olan babası ise, rüşvete, hatıra, gönüle,
hediyeye, kayırmaya kesinlikle karşı olduğu için elinden tutmamış, kendi
bildiğiyle yetinmesini istemişti. Kaldı ki, Nâzım Paşa, sadece maaşıyla
geçinmeye azimli, sürgünde bir vali yaşamına alışkın, manevî değerlere
fazlasıyla bağlı, erdemli bir kişiydi. Hikmet Bey de babasına çekmişti ama,
ticaret hayatında birinin bir hatırlının elinden tutması gerekliydi. Az bir
sermaye, sınırlı bir kredi ve sürümü olmayan bir alanda ticaret, bir aileyi
ferah fahur yaşatmıyordu işte...
Hikmet Bey, düşüne dursun bir Cuma sabahı Nâzım’a bir
kardeş dünyaya geldi. Evin içinde bir telâş, bir heyecan, bir sevinç ve
düşünceli bir hava ağırlığını duyuruyordu.
Nâzım’ın kardeşi Ali İbrahim daha kundaksız yatacak
bir gelişme göstermeden hastalandı, ishal ve sıcak yavrucağı kasıp kavurdu,
eritti ve kardeş kardeş Nâzım’la oynayamadan hayata gözlerini yumdu. Nâzım,
kardeşinin öldüğünün bile farkında değildi. Birkaç yıl kadar geçmiş, el üstünde
tutularak büyüyen ve kelimeler döktürmeye başlayan Nâzım Hikmet’e annesi:
«Sana bir kardeş getireceğim, onunla oynayacaksın,
sakın kıskanmayacaksın ha!...» derken, Nâzım, annesinin boynuna sarılıyor,
saçını çekmeye çalışıyor, annesi de onu gıdıklayarak bu yaramazlığını önlemeye
bakarken Dede Paşa’nın sesi duyuluyordu:
«Gelin Hanım, ver şu Nâzım’ı bana...»
Dedenin kucağında daha da sevimli, daha da yaramaz
olan Nâzım’a yeni bir kardeş, kız kardeş geldi: Samiye...
Fakat Halep Valisi Nâzım Paşa da Diyarbakır’a Vali
olarak atanma haberini almış ve hiç de memnun kalmamıştı. Böylece sevimli bir
kız torununa kavuşmanın sevinci ile Diyarbakır’a atanma acısı birbirini götürürken
Hikmet Bey de işlerini tasfiye zorunda kaldı ve hep birlikte Diyarbakır’a
gittiler.
Hikmet Bey, babasına yük olmak istemiyordu. iş de
tutamıyordu. Orada bir memuriyete geçme olanağı bulunmuyordu. Eşi ve iki
çocuğuyla baba evinde tüketici olarak yaşaması da onuruna dokunuyordu. Bir gün
karar verdi:
«Çocukları alıp İstanbul’a gitmeli, hayat mücadelesine
atılmalı!..»
Vali Paşa, para ve servet karşısında dimdik, Mevlânâ
yolunda başı eğikti. Nâzım’ın da kendisine benzemesini istiyordu. Hikmet Bey
ise, kesin kararını verdiği için bir akşam üstü babasının iznini aldı ve
ailesini toplayarak İstanbul’a gitmek üzere yola çıktı.
İstanbul; Padişah taraftarları ile
hürriyet isteyenler arasında köklü bir mücadeleye alan oluyordu. İttihat ve
Terakki Fırkası saltanat yönetimine ateş püskürüyor, seçim istiyor, Millet
Meclisi’nin (Meclis-i Mebusan’ın) açılmasını sağlamaya çalışıyordu. Bu ortam
içinde yine ticaretten başka bir iş tutamayacağını anlayan Hikmet Bey,
Kadıköy’de Bahariye semtinde küçük bir ev kiralayarak oraya yerleşti. Ufak
tefek işlerle geçimini sağlamaya koyuldu. Başlayan grevler, yapılan
mitinglerden sonra İttihat ve Terakki Fırkası’nın istedikleri oldu. Hikmet Bey
de İttihat ve Terakki erkânı ile yakın ilişkisi bulunan bir aydın olduğu için
hemen Hariciye Nezareti Matbuatı Umumiye mütercimliğine atandı. İşler yoluna
girince, Hikmet Bey, evini Göztepe’ ye taşıdı ve Nâzım da koca bebek olduğu
için onu hemen Taşmektep’e yazdırdı. Kendisi de memurluk görevini başarıyla
yürüttü.
İLKOKUL YAŞANTISI
Nâzım Hikmet ilkokulda çalışkan bir çocuk oldu.
Annesinin resim çalışmalarından etkilendi. Kız kardeşi Samiye ile çeşitli
oyunlarla vakit geçirirken mahallenin yakın komşularının çocuklarıyla da
arkadaşlık yaptı. Biraz kavgacı olmasına karşın çok seviliyor ve ezberlediği şiirieri
okurken büyümüş de küçülmüş izlenimini veriyordu.
Hele Kuzguncuk’ta teyzesi Münevver Hanım’m oğlu Şeyda
Yaltırım’la izcilik oynarlarken yaşından büyük gösteriyor, biraz yorulunca
kırmızı yanakları al al oluyor, terliyor ve oyunu bırakıp boşluğa bakıp kalıyordu.
Çocukluğu hep akrabadan yaşıtlarıyla kâh Bahariye’de,
kâh Göztepe’de, kâh Kuzguncukta geçiyordu. Futbol oynuyor, iyi gol atıyordu.
Ama, «Ne olmak istersin Nâzım?» diye soranlara, herkese garip gelen şu
karşılığı veriyordu:
«Postacı olmak isterim.»
Ve hemen nerede bulursa kalemlere, kâğıtlara
sarılıyor, renkli kalemlerle postacı resimleri çiziyordu. Bu postacılar hep
Nâzım’a benziyordu. Postacıların getirdikleri mektupları, verdikleri
telgrafları konu komşusunun nasıl heyecanla, çok kez sevinçle karşıladıklarını
gördüğü için umut ve sevinç taşıyıcısı postacılar Nâzım’m gözünde çok büyüyor,
önem kazanıyordu. Postacı resmi çizme alışkanlığı, onu yakınlarının portrelerini
çizmeye götürdü. Annesi Celile Hanım’ın resim yapışından, verdiği bilgilerden
güç kazanan Nâzım daha çocukken şiire ve resme olan istidadını belirtti.
Emekliye ayrılarak İstanbul’a gelen Dede Nâzım Paşa kırmızıya yakın sakalı,
lacivert gözleri, boylu poslu yapısıyla Nâzım’a uzak bir büyük baba gibi değil,
onun mürebbisi, öğrenimiyle görevli biri gibi davranır ve Nâzım’ı şiire de,
resme de teşvik eder oldu. Başak rengi entarisi, üstüne geçirdiği Şam Hırkası
ile Nâzım’ı sevdiği vakit:
«Şiir de, resim de iyi, âlâ ve râna; ama yabancı dil
de şart ha!..» derdi.
Hikmet Bey de, yabancı dilin önemini bildiği için daha
çocukken bu zorunluğu Nâzım’a telkine çalıştılar. Pencere camını kırıp kız
kardeşiyle beraber uçak maketi yapmaya kalkan, kartonlara gemi resmi çizen
Nâzım, yaramazlıkları yüzünden ara sıra azar işittiyse de okumaya olan
hevesini ispatlayınca baba, anne, dede azarından yakasını kurtarmayı da
başardı.
Birinci Dünya Savaşı’nın korkunç
yoklukları Hikmet Bey’in ev. geçindirme gücünü etkiliyordu. Emekliye ayrılan
Mehmet Nâzım Paşa da Yeldeğirmeni’nde kuzeni olan eşi Samiye Hanım’la
yaşıyordu. Çok huysuz bir hanım olan eşini sevmeyen, ama boşanmayı da doğru
bulmayan Nâzım Paşa sık sık oğlu Hikmet’in evine gidiyor ve Nâzım’ı seviyordu.
İlkokulu Taşmektep’te bitiren Nâzım’ı yabancı dil öğrensin diye Galatasaray’a
yazdırmayı istiyor, geçim sıkıntısı çeken oğluna, torununun okuması için
emekli maaşından para ayırıyordu.
Aslında Nâzım Paşa’nın evi, Nâzım'm İlkokulu olmuştu.
Nâzım, Paşa Dede’nin çevresinden eksik olmuyordu.
Konuşulanları dikkatle dinliyor, çoğunu anlamıyor, ama okunanların âhengine
kendini kaptırarak saatlerce yerinden kımıldamadığı oluyordu. Böylece Nâzım,
ilk şiir zevkini dedesinin mevlevi çevresini kaplayanların okudukları
şiirlerden aldı; bir yandan resme, bir yandan da şiirler yazmaya koyuldu.
Taşmektebi bitirdiği gün, Dedesi ona bol sayfalı, değişik renkli kâğıtlarla
dolu, uzunlamasına açılan, deri kaplı bir defter armağan etti, bir de içindeki
mürekkebi dökülmeyen hokka ve uçlu kalem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder