Nâzım, resme olan sevgisini de annesinden almıştı. Celile Hanım, resimde
sayılı ustalardandı. Türkçenin gelişimine etki yapanlardan Enver Paşa, kızı
için özel olarak tuttuğu öğretmenlerden Celile Hanım’a resim, piyano ve genel
kültür dersleri verdirmişti. Celile Hanım’m kardeşi Mehmet Ali’de de, resme
eğilim vardı ve yeğenini resme heves ettirmede önemli katkısı olmuştu. Zaten
Nâzım da, dayısının fırça ve boyalarıyla oynamaktan hoşlanır, onun bağışlayıcı
tutumundan cesaret alır ve küçük yaşlarda yakınlarının portrelerini çizmeye çalışırdı.
Celile Hanım, zamanının en güzel kadınlarındandı. Zaten aile, öyle uzun
boylu kaç-göç’ten de hoşlanmazdı. Hikmet Bey’in erkek misafirlerinin yanma kapalı
bir giyimle, ama başı ve yüzü açık olarak çıkarlardı. Yolda peçe örtmez, başka
kadınlar gibi ellerini eldivenle kapatmazdı. Akraba, ahbap, eş dost
meclislerinde erkekli kadınlı oturulur, karşılıklı sohbetler de yapılırdı.
Şair Yahya Kemal, bir eş-dost meclisinde Celile Hanım’la tanışmış, onun
terbiyesine olduğu kadar güzelliğine de hayran kalmış, Celile Hanım’a
sırılsıklam âşık olmuştu. Yahya Kemal’in
sık sık evine gitmesinin bahanesi de Nâzım Hikmet’e şiir dersi vermekti.»
…Orhan Veli ve arkadaşları Garip şiirini yaymaya başladıkları vakit, Yahya
Kemal, Beyoğlu’nda Degustasyon’da içkisini içerken genç şairlerden Salâh
Birsel’in ziyaretini kabul edecek ve yeni şiire değer verdiğini anlatacaktı.
Bunu Salâh Birsel şöyle anlatır:
«Konuşmamız hemen şiire dayandı. Yahya Kemal yeni şiire değer verdiğini
göstermek çabasındaydı. Nâzım Hikmet’i iyice övdükten sonra Orhan Veli’yi aldı
ele. Onun için de irice dirice lâflar etti. Sıra Sait’e (Sait Faik’e) gelmişti.
O, Nâzım’ı sevdiği, ya da sevmediği üzerinde bir şeyler demek gereği duymadı.
Nâzım ununu elemiş bir ozandı...»
…Yahya Kemal, Nâzım Hikmet’e ders vermiş, bu süre çok kısa olmuş, ama
Nâzım’m annesi Celile Hanım’a olan aşkı, kendisine yüz vermediği için intihar
ettiği haberlerinin çıkmasına bile yol açacak kadar köklü ve uzun sürmüştü.
Yahya Kemal’in Deniz Harp Okulu öğrencilerinden Necip Fazıl (Kısakürek) bu
aşkı ve aşk yüzünden intihar rivayetini şöyle anlatır:
«Nâzım Hikmet, benden birkaç sınıf ilerde ve aramızda hiç bir temas
olmamasına rağmen edebiyat yönünden bir bildiğim, hatta Bahriye Mektebi
sıralarından başlayarak rakibimdi. Onun da lâkabı ‘sarı oğlan’ ve sıfatı
‘şair’di... Bahriye Mektebinde ona dair bir dedikodu dolaşıyordu: Annesiyle
Yahya Kemal arasında bir aşk münasebeti varmış...
Yahya Kemal, benim sınıfımın tarih hocası idi ve bütün şöhretleri
Mektebimizin öğretmenler kadrosunda toplayan Bahriye Nâzırı Cemal Paşa’nın
koruduklarındandı. Üstat, bir yıl içinde (Lö Sid) destanından başka bir şey
anlatamamış, hatta onu bile nihayetlendirememişti. Ağzı köpürerek büyük bir
vecdle anlattığı bu destanda Lö Sid tam ayağını özengiye atıp eyere sıçramak
üzereyken boru çalar, Yahya Kemal askerce olmasına çalıştığı bir temennah
çakarak sınıftan kaçarcasına çıkar ve öbür derste ‘Nerde kaldık?’ diye sorup
‘Lö Sid ayağını özengiye atıyordu’ cevabını alınca hikâyesine yine öncesinden
başlar ve hep avnı noktada (Lö Sid ayağını özengiye atarken) fırlayıp giderdi. istikameti
de Büyük Ada...
Mektebin kayıkhanesinden denize nefis bir futa indirilir. Yahya Kemal onun
arkasına kurulur, daha arkadaki çavuşun ‘Al beraber kürek’ kumandasiyle Büyük-
ada’ya doğru süzülürdü. Büyükada’da oturan Nâzım Hikmet’in annesine doğru...
…Seneler sonra yakın temasım olan Yahya Kemal ile Bahriye Mektebinde, benim
sanat bakımından herhangi bir temasım olmak şöyle dursun, hatta bütün bu
dedikodulara karışık garip tipi, dalgın hâli ve kayıtsız edası yüzünden
kendisine zıt tavırlarım olmuştur. Günlerden bir gün, mektepte, birkaç derstir
görünmeyen Yahya Kemal’in hasta olduğu rivayeti çıktı. Peşinde bu hastalığın
ne olduğu, şu tarzda dillere düştü:
‘Yahya Kemal intihara kalkmış... Nâzım Hikmet' in annesi yüzünden!... Zehir
içmiş!... Tedavideymiş!...’
Yahya Kemal’in Celile Hanım’a olan tutkusu 1916’ dan 1919’a kadar sürmüştü.
Yahya Kemal’in anlattığına göre Celile Hanım’a deli gibi âşıkmış. Bu aşk tam
üç yıl sürmüş, sonra üç yıl da hasretini çekmiş. Yahya Kemal’in duygularını
dile getiren şu şiiri hatırlayalım:
«Cânan aramızda bir adındı,
Şirin gibi hüsn-ü âna unvan,
Bir sahile hem şerefti hem şan,
Çok kerre hayalimizde cânan
Bir şî’ri hatırlatan kadındı.
Doğmuştu içimde tâ derinden
Yıldızları mâvi bir semânın;
Hazzıyla harâb idim sadânm
Hâlâ mütehayyilim sadânm
Gönlümde kalan akislerinden.
Mevsim iyi, kâinat iyiydi;
Yıldızlar o yanda, biz bu yanda,
Hulyâ gibi hoş geçen zamanda
Sandım ki güzelliğin cihanda «
Bir saltanatın güzelliğiydi.»
Celile Hanım’ın Hikmet Bey’le evli olması ve evli bir kadına âşık olmak, Yahya Kemal’e göre
«belâyı Uzma’dır» (çok büyük belâdır). «İnsan âdeta polis olur. Telefon
edeceksin! Acaba kocası evde mi? Sokağa çıkacaksın! Acaba kimse görür mü? Ne
ise ki o zaman çarşaf vardı da bu işler biraz daha kolay olurdu.»
Yahya Kemal, bir gün:
«Size aşk hayatımdan bir tablo anlatayım» demiş ve sevdiği kadınla (Celile
Hanım’la) ilgili olarak şunları söylemişti:
«Bu kadın yazın Ada’da otururdu. Ben de orada idim. Deli divane olmuştum.
Sonbaharın yarısında, Nişantaşı’ndaki evini tanzim etmek için İstanbul’a inerdi.
1916 sonbaharında yine İstanbul’a iniyordu. Ben müthiş muztariptim. Artık
vapuru giderken iskeleden mendiller sallamalar, ağlamaklar... Hepsini yaptık. O
gidinceye kadar Ada dopdolu idi. Gider gitmez benim için boşalıverdi. Avare
dolaşır oldum. Vaad etmişti: İstanbul’dan bana telefon edecekti. Hakikaten de
etti. Ben de arada bir onu görmeye İstanbul’a iniyordum.
Tam o sıralarda ‘Hakkı Paşa (Berlin Sefiri) İstanbul’a gelecek’ lâfı
çıktı. Hakkı Paşa zendost bir adamdı. İstanbul’a geldiği zaman suvareler
tertib eder, güzel güzel kadınları toplardı. Benim sevgilim de pek uzaktan
Hakkı Paşa’nın akrabası oluyordu. Paşa, Istanbul'a gelince yine suvareler
yapacak diye içim burkuluyordu. Hatta kendişine bu endişemi açtım. Suva-
relere çağrılsa bile gitmeyeceğini temin etti.
Bir akşam Ada’da, maruf otelin önünde otururken yanımdaki iki kişinin (biri
Rauf Ahmet Bey) Hakkı Paşa’dan bahsettiklerini duydum. İstanbul’a gelmiş, bu
akşam bir suvare veriyor. ‘İstanbul’un bütün güzel kadınları davetli’
diyorlardı. Sevgilim de İstanbul’un güzel kadınlarından bîri. Müthiş bir
ıstırapla yerimden kalktım. İskeleye doğru gittim. Son vapur çoktan kalkmıştı.
Sert bir lodos esiyordu. Deniz karmakarışıktı. Ne olursa olsun Maltepe’ye geçip
oradan İstanbul’a gitmeye karar verdim. Sevgilim herhalde orada olacaktı.
Sandalcılara baş vurdum. ‘Hastam var’ dedim. Pek yanaşmıyorlardı. Çok para
vaat etmem üzerine biri razı oldu. Hemen Sandala bindim, açıldık. Bir müddet
sonra lodos büsbütün arttı. Denizde çalkanıp duruyorduk. Bir aralık sandalcı
kürek çekemez oldu ve bana alenen küfretmeye başladı. Etrafımızı ölüm tehlikesi
sardığı halde ben yalnız Hakkı Paşa’nın süvarisini, güzel kadınları, erkekleri
ve sevgilimin de orada olduğunu düşünüyordum.
GÜçbelâ Maltepe’ye gelebildik. Dalgalar öyle bir çarpıyordu ki sahile
çıkmak buraya kadar gelmekten daha tehlikeli idi. Zar zor, bir hayli uğraştıktan
sonra kendimi sahile attım. Sırılsıklam olmuştum. Hemen Maltepe’deki kahvelere
uğradım. Bir araba istedim. Yok... Yok... Bostancı’ya kadar yaya gitmeye karar
verdim. Tren yoluna çıkarak koşmaya başladım. Maltepe île Bostancı arasındaki
mesafenin ne kadar uzun olduğunu o zaman farketmîşimdir.
Kan, ter içinde Bostancı’ya geldim. Vakit hayli geçti.
Karakola gittim. ‘Bana bir araba bulunuz, hastam var’ dedim. Aradılar,
taradılar. Birini buldular. Yîne bir sürü para verdim. Arabayla yola koyuldum.
Kadıköy! Oradan Üsküdar... Karşıya geçtim Doğru Nişantaşı!...
Sevgilimin oturduğu apartmanın kapıcısı ahbabımdı. Penceresini vurarak onu
uyandırdım. ‘Benimki evde mi?’ diye sordum. Adam halime bakıp şaşırdı: ‘Evde,
bu akşam çıkmadı!’ dedi.
‘Ne diyorsun?’ diye bağırdım. Bütün o katettiğim mesâfe sanki başıma
yıkılmıştı. Eve kaçta geldiğini tahkik ettim. Sözüne inanamıyordum. ‘Çık bir
bak! Evde mi?’ diye adamı zorladım. Adam çarnaçar çıktı. Bir münasebetle
hizmetçisinden sormuş: ‘uyuyor!’ demiş.
Geldi, haber verdi. Sanki dünyalar benim oldu. Apartmanın karşısında bir
arabacının meyhanesi vardı. Orda sabaha kadar içtim. Sabahleyin, doğru eve
çıktım. Benim halim berbat. Toz toprak içinde olduğumu görünce şaşırdı ve
hemen anladı.
… Yahya Kemal-Celile Hanım aşkı söylentileri, Hikmet Bey’i de çileden
çıkarmıştı. Sık sık tartışıyorlar ve ayrılmadan söz ediyorlardı. Nâzım da bu
ayrılma noktasına gelen anlaşmazlıktan çok tedirgin oluyordu. Annesine
yazdığı mektuplarda karı kocanın birbirlerinden ayrılmamalarını istiyor, bu
isteğinde ısrar ediyordu. Ama, Hikmet Bey, Basın Yayın Genel Müdürü olduktan
sonra çapkınlığı ilerletmiş ve bu durumu, Celile Hanım’ı bir hayli sarsmıştı.
Hele Osmanlı Bankası Müdürlerinden Seferyadis’in hanımının Hikmet Bey’e kanca
takması, birbirleriyle düşüp kalkmaları, bir ara Hikmet Bey’le konuşmak için
Celile Hanım’ın bulunduğu eve gitmesi bardağı taşıran son damla olmuştu.
Hikmet Bey’le Celile Hanım ayrıldılar. Bu sonuç Nâzım’ı son derece üzdü. Hele, bu ayrılışı, Celile Hanım’ın
Paris’e gitmesinin izlemesi, Nâzım için ikinci bir ayrılık oldu. Kız kardeş
Samiye, baba evinde annesiz kalmanın acısıyla ağlıyor. Nâzım gelince teselli
buluyordu.
Anneleri Paris’e giden kardeşler birbirlerine sokularak teselli bulmaya
çalışırlar. Celile Hanım da resme çalışır Paris’te...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder