13 Nisan 2020 Pazartesi

NAZIM’IN ANNESİ VE YAHYA KEMALİN AŞKI


Nâzım, resme olan sevgisini de annesinden almıştı. Celile Hanım, resimde sayılı ustalardandı. Türkçenin ge­lişimine etki yapanlardan Enver Paşa, kızı için özel ola­rak tuttuğu öğretmenlerden Celile Hanım’a resim, piya­no ve genel kültür dersleri verdirmişti. Celile Hanım’m kardeşi Mehmet Ali’de de, resme eğilim vardı ve yeğe­nini resme heves ettirmede önemli katkısı olmuştu. Za­ten Nâzım da, dayısının fırça ve boyalarıyla oynamak­tan hoşlanır, onun bağışlayıcı tutumundan cesaret alır ve küçük yaşlarda yakınlarının portrelerini çizmeye ça­lışırdı.

Celile Hanım, zamanının en güzel kadınlarındandı. Zaten aile, öyle uzun boylu kaç-göç’ten de hoşlanmazdı. Hikmet Bey’in erkek misafirlerinin yanma ka­palı bir giyimle, ama başı ve yüzü açık olarak çıkarlar­dı. Yolda peçe örtmez, başka kadınlar gibi ellerini eldi­venle kapatmazdı. Akraba, ahbap, eş dost meclislerinde erkekli kadınlı oturulur, karşılıklı sohbetler de yapılır­dı. Şair Yahya Kemal, bir eş-dost meclisinde Celile Hanım’la tanışmış, onun terbiyesine olduğu kadar güzelli­ğine de hayran kalmış, Celile Hanım’a sırılsıklam âşık olmuştu.  Yahya Kemal’in sık sık evine gitmesinin bahanesi de Nâzım Hikmet’e şiir dersi vermekti.»

…Orhan Veli ve arkadaşları Garip şiirini yaymaya başladıkları vakit, Yahya Kemal, Beyoğlu’nda Degustasyon’da içkisini içerken genç şa­irlerden Salâh Birsel’in ziyaretini kabul edecek ve yeni şiire değer verdiğini anlatacaktı. Bunu Salâh Birsel şöyle anlatır:

«Konuşmamız hemen şiire dayandı. Yahya Kemal yeni şiire değer verdiğini göstermek çabasındaydı. Nâzım Hikmet’i iyice övdükten sonra Orhan Veli’yi aldı ele. Onun için de irice dirice lâflar etti. Sıra Sait’e (Sait Faik’e) gelmişti. O, Nâzım’ı sevdiği, ya da sevmediği üzerinde bir şeyler demek gereği duymadı. Nâzım unu­nu elemiş bir ozandı...»

…Yahya Kemal, Nâzım Hikmet’e ders vermiş, bu sü­re çok kısa olmuş, ama Nâzım’m annesi Celile Hanım’a olan aşkı, kendisine yüz vermediği için intihar ettiği haberlerinin çıkmasına bile yol açacak kadar köklü ve uzun sürmüştü. Yahya Kemal’in Deniz Harp Okulu öğ­rencilerinden Necip Fazıl (Kısakürek) bu aşkı ve aşk yüzünden intihar rivayetini şöyle anlatır:

«Nâzım Hikmet, benden birkaç sınıf ilerde ve ara­mızda hiç bir temas olmamasına rağmen edebiyat yö­nünden bir bildiğim, hatta Bahriye Mektebi sıraların­dan başlayarak rakibimdi. Onun da lâkabı ‘sarı oğlan’ ve sıfatı ‘şair’di... Bahriye Mektebinde ona dair bir de­dikodu dolaşıyordu: Annesiyle Yahya Kemal arasında bir aşk münasebeti varmış...

Yahya Kemal, benim sınıfımın tarih hocası idi ve bütün şöhretleri Mektebimizin öğretmenler kadrosunda toplayan Bahriye Nâzırı Cemal Paşa’nın koruduklarındandı. Üstat, bir yıl içinde (Lö Sid) destanından başka bir şey anlatamamış, hatta onu bile nihayetlendirememişti. Ağzı köpürerek büyük bir vecdle anlattığı bu des­tanda Lö Sid tam ayağını özengiye atıp eyere sıçramak üzereyken boru çalar, Yahya Kemal askerce olmasına çalıştığı bir temennah çakarak sınıftan kaçarcasına çı­kar ve öbür derste ‘Nerde kaldık?’ diye sorup ‘Lö Sid ayağını özengiye atıyordu’ cevabını alınca hikâyesine yine öncesinden başlar ve hep avnı noktada (Lö Sid ayağını özengiye atarken) fırlayıp giderdi. istikameti de Büyük Ada...

Mektebin kayıkhanesinden denize nefis bir futa in­dirilir. Yahya Kemal onun arkasına kurulur, daha ar­kadaki çavuşun ‘Al beraber kürek’ kumandasiyle Büyük- ada’ya doğru süzülürdü. Büyükada’da oturan Nâzım Hikmet’in annesine doğru...           

…Seneler sonra yakın temasım olan Yahya Kemal ile Bahriye Mektebinde, benim sanat bakımından her­hangi bir temasım olmak şöyle dursun, hatta bütün bu dedikodulara karışık garip tipi, dalgın hâli ve kayıtsız edası yüzünden kendisine zıt tavırlarım olmuştur. Günlerden bir gün, mektepte, birkaç derstir görün­meyen Yahya Kemal’in hasta olduğu rivayeti çıktı. Pe­şinde bu hastalığın ne olduğu, şu tarzda dillere düştü:

‘Yahya Kemal intihara kalkmış... Nâzım Hikmet' in annesi yüzünden!... Zehir içmiş!... Tedavideymiş!...’

Yahya Kemal’in Celile Hanım’a olan tutkusu 1916’ dan 1919’a kadar sürmüştü. Yahya Kemal’in anlattığı­na göre Celile Hanım’a deli gibi âşıkmış. Bu aşk tam üç yıl sürmüş, sonra üç yıl da hasretini çekmiş. Yah­ya Kemal’in duygularını dile getiren şu şiiri hatırlaya­lım:

«Cânan aramızda bir adındı,
Şirin gibi hüsn-ü âna unvan,
Bir sahile hem şerefti hem şan,
Çok kerre hayalimizde cânan
Bir şî’ri hatırlatan kadındı.
Doğmuştu içimde tâ derinden
Yıldızları mâvi bir semânın;
Hazzıyla harâb idim sadânm
Hâlâ mütehayyilim sadânm
Gönlümde kalan akislerinden.
Mevsim iyi, kâinat iyiydi;
Yıldızlar o yanda, biz bu yanda,
Hulyâ gibi hoş geçen zamanda
Sandım ki güzelliğin cihanda «
Bir saltanatın güzelliğiydi.»

Celile Hanım’ın Hikmet Bey’le evli olması ve evli  bir kadına âşık olmak, Yahya Kemal’e göre «belâyı Uzma’dır» (çok büyük belâdır). «İnsan âdeta polis olur. Telefon edeceksin! Acaba kocası evde mi? Sokağa çı­kacaksın! Acaba kimse görür mü? Ne ise ki o zaman çar­şaf vardı da bu işler biraz daha kolay olurdu.»
Yahya Kemal, bir gün:
«Size aşk hayatımdan bir tablo anlatayım» demiş ve sevdiği kadınla (Celile Hanım’la) ilgili olarak şun­ları söylemişti:

«Bu kadın yazın Ada’da otururdu. Ben de orada idim. Deli divane olmuştum. Sonbaharın yarısında, Ni­şantaşı’ndaki evini tanzim etmek için İstanbul’a iner­di. 1916 sonbaharında yine İstanbul’a iniyordu. Ben müthiş muztariptim. Artık vapuru giderken iskeleden mendiller sallamalar, ağlamaklar... Hepsini yaptık. O gidinceye kadar Ada dopdolu idi. Gider gitmez benim için boşalıverdi. Avare dolaşır oldum. Vaad etmişti: İs­tanbul’dan bana telefon edecekti. Hakikaten de etti. Ben de arada bir onu görmeye İstanbul’a iniyordum.

Tam o sıralarda ‘Hakkı Paşa (Berlin Sefiri) İstan­bul’a gelecek’ lâfı çıktı. Hakkı Paşa zendost bir adam­dı. İstanbul’a geldiği zaman suvareler tertib eder, gü­zel güzel kadınları toplardı. Benim sevgilim de pek uzaktan Hakkı Paşa’nın akrabası oluyordu. Paşa, Istanbul'a gelince yine suvareler yapacak diye içim bur­kuluyordu. Hatta kendişine bu endişemi açtım. Suva- relere çağrılsa bile gitmeyeceğini temin etti.
Yayhya Kemal ve Celile Hanım

Bir akşam Ada’da, maruf otelin önünde otururken yanımdaki iki kişinin (biri Rauf Ahmet Bey) Hakkı Paşa’dan bahsettiklerini duydum. İstanbul’a gelmiş, bu akşam bir suvare veriyor. ‘İstanbul’un bütün güzel ka­dınları davetli’ diyorlardı. Sevgilim de İstanbul’un gü­zel kadınlarından bîri. Müthiş bir ıstırapla yerimden kalktım. İskeleye doğru gittim. Son vapur çoktan kalk­mıştı. Sert bir lodos esiyordu. Deniz karmakarışıktı. Ne olursa olsun Maltepe’ye geçip oradan İstanbul’a gitme­ye karar verdim. Sevgilim herhalde orada olacaktı.
Sandalcılara baş vurdum. ‘Hastam var’ dedim. Pek yanaşmıyorlardı. Çok para vaat etmem üzerine biri ra­zı oldu. Hemen Sandala bindim, açıldık. Bir müddet son­ra lodos büsbütün arttı. Denizde çalkanıp duruyorduk. Bir aralık sandalcı kürek çekemez oldu ve bana alenen küfretmeye başladı. Etrafımızı ölüm tehlikesi sardığı halde ben yalnız Hakkı Paşa’nın süvarisini, güzel kadın­ları, erkekleri ve sevgilimin de orada olduğunu düşünü­yordum.

GÜçbelâ Maltepe’ye gelebildik. Dalgalar öyle bir çarpıyordu ki sahile çıkmak buraya kadar gelmekten daha tehlikeli idi. Zar zor, bir hayli uğraştıktan sonra kendimi sahile attım. Sırılsıklam olmuştum. Hemen Maltepe’deki kahvelere uğradım. Bir araba istedim. Yok... Yok... Bostancı’ya kadar yaya gitmeye karar ver­dim. Tren yoluna çıkarak koşmaya başladım. Maltepe île Bostancı arasındaki mesafenin ne kadar uzun ol­duğunu o zaman farketmîşimdir.

Kan, ter içinde Bostancı’ya geldim. Vakit hayli geçti. Karakola gittim. ‘Bana bir araba bulunuz, has­tam var’ dedim. Aradılar, taradılar. Birini buldular. Yîne bir sürü para verdim. Arabayla yola koyuldum. Kadı­köy! Oradan Üsküdar... Karşıya geçtim Doğru Nişan­taşı!...

Sevgilimin oturduğu apartmanın kapıcısı ahbabımdı. Penceresini vurarak onu uyandırdım. ‘Benimki evde mi?’ diye sordum. Adam halime bakıp şaşırdı: ‘Ev­de, bu akşam çıkmadı!’ dedi.
‘Ne diyorsun?’ diye bağırdım. Bütün o katettiğim mesâfe sanki başıma yıkılmıştı. Eve kaçta geldiğini tahkik ettim. Sözüne inanamıyordum. ‘Çık bir bak! Ev­de mi?’ diye adamı zorladım. Adam çarnaçar çıktı. Bir münasebetle hizmetçisinden sormuş: ‘uyuyor!’ demiş.
Geldi, haber verdi. Sanki dünyalar benim oldu. Apartmanın karşısında bir arabacının meyhanesi vardı. Orda sabaha kadar içtim. Sabahleyin, doğru eve çıktım. Benim halim berbat. Toz toprak içinde olduğumu gö­rünce şaşırdı ve hemen anladı.

… Yahya Kemal-Celile Hanım aşkı söylentileri, Hikmet Bey’i de çileden çıkarmıştı. Sık sık tartışıyor­lar ve ayrılmadan söz ediyorlardı. Nâzım da bu ayrıl­ma noktasına gelen anlaşmazlıktan çok tedirgin olu­yordu. Annesine yazdığı mektuplarda karı kocanın birbirlerinden ayrılmamalarını istiyor, bu isteğinde ısrar ediyordu. Ama, Hikmet Bey, Basın Yayın Genel Müdürü olduktan sonra çapkınlığı ilerletmiş ve bu durumu, Ce­lile Hanım’ı bir hayli sarsmıştı. Hele Osmanlı Bankası Müdürlerinden Seferyadis’in hanımının Hikmet Bey’e kanca takması, birbirleriyle düşüp kalkmaları, bir ara Hikmet Bey’le konuşmak için Celile Hanım’ın bulundu­ğu eve gitmesi bardağı taşıran son damla olmuştu.

Hikmet Bey’le Celile Hanım ayrıldılar. Bu sonuç Nâzım’ı son derece üzdü. Hele, bu ayrı­lışı, Celile Hanım’ın Paris’e gitmesinin izlemesi, Nâ­zım için ikinci bir ayrılık oldu. Kız kardeş Samiye, ba­ba evinde annesiz kalmanın acısıyla ağlıyor. Nâzım ge­lince teselli buluyordu.
Anneleri Paris’e giden kardeşler birbirlerine soku­larak teselli bulmaya çalışırlar. Celile Hanım da resme çalışır Paris’te...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder