16 Nisan 2020 Perşembe

IIl. NÂZIM HİKMETİN İLK ŞİİRLERİ


Şairin 1916, 1917 yıllarına ait şiirlerini bilmiyoruz. 1918 yılında yazdıklarının başlıkları şunlar:
1                — Bence sen de şimdi herkes gibisin
2                — Denize
3                — Beklerken
4                — Fırtınadan sonra
5                — Samiye’nin kedisi
6                — O gece deniz
7                — Kutup Yıldızı
8                — ölümün sırrı
9                — Bir kış
10             — Bir hatıra
11             — Viran Diyar
12             — Yıllar geçti yârdan hâlâ gelmedi haber
13             — Bir hayal aradım meyhanelerde
14             — Rübap
15             — İntizar
16             — Hak yolları
17             — Rü— Bir gurup
18             — Hayal yolları
19             — Mütareke geceleri
Nâzım Hikmet’in Haziran 1919’dan başlayarak yaz­dığı şiirler 17 yaşm çocukluk döneminden çıkış sürecim­de çevresindekilerin ilgilerini, üzüntülerini, acıma duy­gularım ve savaşın ölüme yol açan, aileleri perişan eden sonuçlarını öncelikle şiire geçirmeye önem verdiğini gösteriyor. Yaralılara duyduğu sevgi, şehitlere besledi­ği saygı belirgin şekilde görülüyor. Bu dönemdeki şiir­lerinin başlık ve tarihleri şöyle açıklandı (Nâzım, Aydın Aydemir):
1                — Küçük Düşüncelerimden I, (Haziran 1919)
2                — Küçük Düşüncelerimden 3, (Ağustos 1919)
3                — Yalnız (Ağustos 1919)
4                — Acılarımdan (1919)
5                — Onlara (1919)
6                — öldükten sonra (Aralık 1919)
7                — Kırmızı Gül (Aralık 1919)
8                — Ona (1919)
9                — Düğün Hediyesi (1919)
10             — Görmedim kulunun bahtiyarım (1919)
11             — Bir göğüs verdikti şen rüzgârlara
12             — Günahlarımdan (1919)
13             — Giden gemicilere (1919)
14             — Arkandan (1919)
15             — Yine akşam oldu (1919)
18             — «Muhacirlerden» bazı parçalar (1919)
17             — Şair (1919)
18             — Denizler arzuya en fena pusu
19             — Yarabbi bahtımız ne kadar kara (1919)
— Artık bu gezmekten dönelim geri (1919)
Kadıköy’de Göztepe’de oturdukları sırada karşı ev­de çıkan bir yangını Nâzım dehşetle izliyordu. Yangının çıkarttığı sesler, uzayan kızıl alevler, çatırdayan direk­ler şiirle dolu bir ortamda yetişen Nâzım Hikmet’in 13 yaşındaki duygularını son derece etkiledi. Hele yangı­nın verdiği korku ile o evde çırpman çocukları görme­si, haykırışlarını duyması:
20             «Ya rabbi, bizi kurtar» seslerinin yanıklığı Nâzım’ı adamakıllı üzdü. Kardeşine bir yandan teselli verir, «korkma Samiye» derken, yangını söndürme çalışmala­rına kakılanlar Nâzım’ların da evi boşaltmaları gerekti­ğini söylemişler. Celile Hanım, yanan evle aralarındaki mesafenin genişliği nedeniyle evi tümüyle boşaltmayı gereksiz gördü, ama çocukları ön odadan aldı, arka bah­çeye çıkardı. Nâzım o gün (6 Aralık 1330) 3. şiirini yaz­dı: — Tesadüf (1919)
21             — Yeşillenmeyen dallar (1919)
22             — Bir Fikir (1919)
Nâzım Hikmet’in 1920 yılında yazdığı şiirlerden bi­linenleri sırasıyla şunlardır:
16             — Küçük düşüncelerimden (Aralık 1920)
17             —- Akşam hisleri (1920)
18             — Gecelerimden (1920)
19             — Bir gece (1920)
20             — Gençlik (1920)
Nâzım Hikmet’in ilk şiirini yazdığı Temmuz 1913’ te Nâzım’ı şiire iten neydi? Ve de niçin Feryad-ı Vatan başlığını kullanıyordu? Osmanlı imparatorluğunun o günlerdeki durumu­na bir göz atalım:

Osmanlı imparatorluğunun Balkanlarda Almanya1’ nın yanını tutması gizlice sağlanmışsa da bu bağlantı duyulmuş ve Bulgaristan krallığı geniş toprakları sınır­ları içine alma arzularını açıklama cesaretini göstermiş­ti. Osmanlı imparatorluğu tasfiye edilmek üzere bulu­nuyordu. Boğazlar nedeniyle büyük önem taşıyan 21 milyon nüfuslu bir devlet durumuna gelen Osmanlı top­rakları Almanya’nın iştahını kabartıyordu. Jön Türk ihtilali ise Enver Paşa’yı diktatör durumuna getirmişti. Türk ordusunun yönetim ve işleyişi için Almanya’nın planlar yaptığı, Liman Von Sanders’i İstanbul’a gönder­meyi tasarladığı sıralarda Nâzım Hikmet kaleme sarıl­mış, daha 3.7.1913’te (20 Haziran 329) Feryad-ı Vatan’ı yazmıştı. Nâzım:

Vatanın parçalanmış bağrı
Bekliyor senden ümit ediyordu.

Bilinen şiirlerinden birisi de «Bir Bahriyelinin ağ­zından» başlığını taşıyordu. 16 Aralık 1914’te (3 Kânu­nuevvel 1330) da yazılan şiirde:

Ölüm karşımızdadır an be an
Vatan uğrunda ederiz fedayı can

diyor ve bir deniz askerinin duygularını dile getiriyor­du. Üç gün sonra da baba evinde karşılaştığı yangın üzerine 19 Aralık 1914 günü (6 Kanunuevvel 1330) şiir yazma hevesi kamçılanıyordu.İlk kez bir yangın görü­yordu. Nâzım bu şiirini yazdıktan sonra hep bu stilde beş yıl kadar daha şiir denemeleri sürdürdü. Şiirleri, yaşa­dığı toplumu çerçeveleyen olaylar ve kişiler hakkında oluyordu. O günkü ortam şöyleydi:
Dünya kana bulanmak üzereydi; Savaş tehditleri yaygınlaşıyor, Avrupa, büyük bir savaşa gebe bulunu­yordu. Devlet başkanlarının tehditleri, galip gelecekle­rini ilan eden nutukları etrafa dehşet saçıyorken Nâzım, galip gelmenin büyüklük, yenilmenin küçüklük sayıl­dığı anlayışı içindeydi. Onun için de Birinci Dünya Savaşı’nm sonuçlarının anlaşıldığı. 1919 yılında Nâzım’m yazdığı bir şiirin ilk dörtlüğü şöyleydi:

Galipleri herkes sever
Mağluplardan nefret eder
Haklı haksız olsun mağlup
Yine herkes nefret eder.

Celile Hanım, Hikmet Bey’in çapkınlıklarından bık­tığı için ayrılmış (1917), Nâzım’ın bütün ısrarları kâr etmemiş ve beklenen son gelip çatmıştı. Bu ayrılık Nâzım’ı üzdüğü kadar küçük kız kardeşi Samiye’yi de pe­rişan etmişti. Sık sık odaya kapanıyor, ağlıyor ve 18’in deki ağabey, kız kardeşini teselli için çırpmıyordu. Samiye kardeşin bu durumu, Nâzım’a bir şiir ilham et­mişti:

İri damlalarla dolu gözleri
Her gece sofrada kardeşim neden
Sarıyor koluyla boş kalan yeri
«Hep onun» yüzünü biz düşünürken?

Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nu perişan ediyordu. Almanlar safında savaşa girme, bü­yük felâketleri davet eden bir karar olmuştu. Nitekim 2 Kasım 1914’te Çarlık Rusyası, Osmanlı İmparatorluğu’na savaş açmış, 3 Kasımda İngiliz Donanması Çanak­kale boğazına dayanmıştı. 5 Kasım 1914’te Müttefik Devletler Bloku, İmparatorluğa savaş ilanını tamamla­mışlardı ve böylece Almanya, Avusturya - Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı İmparatorluğu grubuna (İtilaf Devletleri’ne) dahil 24 devlet savaş açmış bulunuyor­du.

 Osmanlı İmparatorluğunun askerleri üç kıtaya ya­yılmıştı. 9 ayrı cephede savaş veriliyordu. Ama, düşman­lar güçlü idi; beraber savaşılan ordular süratle yenik düşüyordu. Nihayet yenilgiler. İttihat ve Terakki Fır­kası Hükümetini 30 Ekim 1918’de Mondros Mütareke­sini imzaya mecbur etti. Ertesi gün Mondros Mütareke­sine imza koyan devlet adamları, savaş silahlarının su­sacaklarını beklerken İngiliz generalleri elde kalan top­rakları işgal için planlar hazırlamaya koyulmuşlardı. 23 Kasım 1918’de 55 parçadan oluşan müttefik savaş gemileri İstanbul limanına demir attılar.

Ayrıca İngilizler her yerden işgale kalkışmış ve 13 Nisan 1919’a kadar Batum’u, Antep’i, Trablus’u, Konya Istasyonu’nu, Maraş’ı, Bilecik’i, Urfa’yı, Kars’ı işgal et­mişlerdi, Samsun’a, Merzifon’a da asker çıkarmışlardı. Öte yandan Fransızlar Dörtyol’u, Adana’yı, Mer­sin’i, Çiftehan’ı, Afyonkarahisar’ı işgal etmiş ve bu böl­gelerde 16 Nisan 1919’a kadar süren işgal eylemi büyük nefret uyandırmıştı.
İtalyanlar Antalya’yı, Kuşadası’nı, Fethiye, Bodrum ve Marmaris’i işgal etmişlerdi. Ayrıca Konya ve Akşe­hir’e kuvvet gönderilmişti. Yunanlılar, Fransızların ken­dilerine bıraktıkları Uzunköprü - Hadımköy demiryolu­nu tutmuşlardı. Aydın Demiryolu da İngilizlerle Fran- sızlar tarafından ortaklaşa denetim altına alınmıştı.

Bu facialar, yurdunu ve ulusunu seven herkesi ma­teme boğmuş, saldırganlara karşı çıkma duygularını kamçılamıştı. Böyle bir felâket döneminde eli kalem tutanlardan bir kısmı istilacılara alkış tutarken; bir kıs­mı gönülden, aşktan ve sevdadan dem vururken; Nâzım işgal altında kalan şehirlerin acısını iliklerine kadar du­yuyordu. Ne var ki mevcut gazete ve dergilerin tümü iş­galcilere karşı koyan yazarların, gazetecilerin elinde değildi, hatta çoğunluk sus pus olmuştu. Bu arada bazı şairler ve edebiyatçılar kendi aralarında para toplaya­rak yeni bir aylık dergi çıkarmaya karar verdiler. Böy­lece adı Vâlâ Nureddin tarafından konulan Birinci Ki­tap,, ikinci Kitap gibi her ay sayısı birbirini izleyen bir edebiyat odağı oluşturuldu (Bu Dünyadan Nâzım Geçti, 2. basım, s. 54). Bu yeni derginin yayın hayatına girdiği 1336 Ocak tarihinde (Nâzım Hikmet’in İlk Şiirleri, Ke­rim Badi, s. 18) Nâzım genç bir şairdi. /

Celâl Sahir, Halid Fahri Ozansoy ve Öteki hececi şairler, Kadıköy’de Şifa’dan Moda’ya kadar uzanan ak şam gezintileri yapıyor, olup bitenleri yorumluyor, ama hiç birisi bu faciaları yeren, imge ile olsun dile getiren ve karşı duyguları geliştiren şiirler yazmıyorlardı. Bu gruba Nâzım Hikmet, Mecdi Sadrettin de karışmıştı. Nâzım, o tarihlerde henüz ilk mısralarını yazıyor, fa­kat bu heveskârlık şiirlerinde bile kuvvetli bir heyecan seziliyordu» (Edebiyatçılar Geçiyor, H. F. Ozansoy, s. 64).
Nâzım Hikmet, İstanbul’da ulusal heyecanı yaşı­yor, istilacılara karşı ve de Avrupa’da, kendi araların­da imparatorluk hakkında karar vermeye kalkışan sö­mürücü ve istilacı devletlere karşı başlayan mücadele­nin içinde yer alıyordu.
13 Ocak 1920 Salı günü Sultanahmet meydanında yapılan mitingde Nâzım Hikmet konuşma kürsüsünün yanma kadar sokulmuştu. Kadıköy’de de dağıtılan bir beyanname cebinde duruyordu. Bunda şöyle deniyordu:

 «Memleketimizin mukadderatı hakkında Avrupa’ da kararlar verilirken İslam ve Türk payitahtından (Başkentinden) yükselecek hak sadasma iştirak etmek borcunu ödemeye geliniz. Tüccar, memur, esnaf ve ame­le, talebe ve muallim, bütün müslüman ve Türkler, Salı günü öğle namazından sonra Sultan Ahmet meydanın­da müslüman ve Türk varlığını izhar için toplanacak­lar, kararlarını verecekler, haklarını isteyeceklerdir.

Yarın Sultan Ahmet’te miting var!
Müslümanlar, her türlü mazerete rağmen mutla­ka geliniz!»

1337 (1921) yılının Ocak ayı, Nâzım’m yaşamında, şiir anlayışının gelişiminde etki yapan akışın başlangıcı olur. Nâzım, Anadolu’da başlayan ulusal kurtuluş mücadelesine katılmak için arkadaşı Vâlâ Nurettin’le bir­likte yola çıkmıştır. İnebolu şiiri bunu anlatır:

İki arkadaş tuttuk dağlara giden yolu, öyle yükselmişiz ki, sahilde İnebolu ilçe sokaklarıyla ufaldıkça ufaldı,
Minareler bir çizgi, camiler nokta kaldı.
Evleri birbirine giren şehrin içinde.

Nâzım Hikmet Ankara’da ve Anadolu’da yaşadığı aylarda itilaf devletlerinin İstanbul’u işgal faciasının Birinci Yıldönümünde yurtsever duygularını mısralara aktarmış, bu şiiri de Anadolu’da Yeni Gün gazetesi­nin birinci sayfasında yer almıştır. O günkü Yeni Gün’ ün birinci sayfasında Fatih, Sultanahmet, Yeni Cami ve Valide Sultan camilerinin resimleri ile Fatih Sultan Mehmed’in resimleri de yer almıştı. Ayrıca Nedim’den, Nefi’den, Ali Ekrem, Ziya Gökalp, Tevfik Fikret, Hüse­yin Suat, Necmettin Sahir, Abdiilhalim Çelebi, Muhiddin Baha gibi ünlü kişilerin şiirleri de yayınlanıyordu. Nâzım Hikmet’in 16 Mart şiiri «Adalı Haydut’a» hita­ben yazılmıştı. (Kerim Sadi, a.g.e., s. 120-121).


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder