Şairin 1916, 1917 yıllarına ait şiirlerini bilmiyoruz.
1918 yılında yazdıklarının başlıkları şunlar:
1
—
Bence sen de şimdi herkes gibisin
2
—
Denize
3
—
Beklerken
4
—
Fırtınadan sonra
5
—
Samiye’nin kedisi
6
— O
gece deniz
7
—
Kutup Yıldızı
8
—
ölümün sırrı
9
—
Bir kış
10
—
Bir hatıra
11
—
Viran Diyar
12
—
Yıllar geçti yârdan hâlâ gelmedi haber
13
—
Bir hayal aradım meyhanelerde
14
—
Rübap
15
—
İntizar
16
—
Hak yolları
17
—
Rü— Bir gurup
18
—
Hayal yolları
19
—
Mütareke geceleri
Nâzım Hikmet’in Haziran 1919’dan başlayarak yazdığı
şiirler 17 yaşm çocukluk döneminden çıkış sürecimde çevresindekilerin
ilgilerini, üzüntülerini, acıma duygularım ve savaşın ölüme yol açan, aileleri
perişan eden sonuçlarını öncelikle şiire geçirmeye önem verdiğini gösteriyor.
Yaralılara duyduğu sevgi, şehitlere beslediği saygı belirgin şekilde
görülüyor. Bu dönemdeki şiirlerinin başlık ve tarihleri şöyle açıklandı (Nâzım,
Aydın Aydemir):
1
—
Küçük Düşüncelerimden I, (Haziran 1919)
2
—
Küçük Düşüncelerimden 3, (Ağustos 1919)
3
—
Yalnız (Ağustos 1919)
4
—
Acılarımdan (1919)
5
—
Onlara (1919)
6
—
öldükten sonra (Aralık 1919)
7
—
Kırmızı Gül (Aralık 1919)
8
—
Ona (1919)
9
—
Düğün Hediyesi (1919)
10
—
Görmedim kulunun bahtiyarım (1919)
11
—
Bir göğüs verdikti şen rüzgârlara
12
—
Günahlarımdan (1919)
13
—
Giden gemicilere (1919)
14
—
Arkandan (1919)
15
—
Yine akşam oldu (1919)
18
—
«Muhacirlerden» bazı parçalar (1919)
17
—
Şair (1919)
18
—
Denizler arzuya en fena pusu
19
—
Yarabbi bahtımız ne kadar kara (1919)
— Artık bu gezmekten dönelim geri (1919)
Kadıköy’de Göztepe’de oturdukları sırada karşı evde
çıkan bir yangını Nâzım dehşetle izliyordu. Yangının çıkarttığı sesler, uzayan
kızıl alevler, çatırdayan direkler şiirle dolu bir ortamda yetişen Nâzım
Hikmet’in 13 yaşındaki duygularını son derece etkiledi. Hele yangının verdiği
korku ile o evde çırpman çocukları görmesi, haykırışlarını duyması:
20
«Ya
rabbi, bizi kurtar» seslerinin yanıklığı Nâzım’ı adamakıllı üzdü. Kardeşine bir
yandan teselli verir, «korkma Samiye» derken, yangını söndürme çalışmalarına
kakılanlar Nâzım’ların da evi boşaltmaları gerektiğini söylemişler. Celile
Hanım, yanan evle aralarındaki mesafenin genişliği nedeniyle evi tümüyle
boşaltmayı gereksiz gördü, ama çocukları ön odadan aldı, arka bahçeye çıkardı.
Nâzım o gün (6 Aralık 1330) 3. şiirini yazdı: — Tesadüf (1919)
21
—
Yeşillenmeyen dallar (1919)
22
—
Bir Fikir (1919)
Nâzım Hikmet’in 1920 yılında yazdığı şiirlerden bilinenleri
sırasıyla şunlardır:
16
—
Küçük düşüncelerimden (Aralık 1920)
17
—-
Akşam hisleri (1920)
18
—
Gecelerimden (1920)
19
—
Bir gece (1920)
20
—
Gençlik (1920)
Nâzım Hikmet’in ilk şiirini yazdığı Temmuz 1913’ te
Nâzım’ı şiire iten neydi? Ve de niçin Feryad-ı Vatan başlığını kullanıyordu? Osmanlı
imparatorluğunun o günlerdeki durumuna bir göz atalım:
Osmanlı imparatorluğunun Balkanlarda Almanya1’
nın yanını tutması gizlice sağlanmışsa da bu bağlantı duyulmuş ve Bulgaristan
krallığı geniş toprakları sınırları içine alma arzularını açıklama cesaretini
göstermişti. Osmanlı imparatorluğu tasfiye edilmek üzere bulunuyordu.
Boğazlar nedeniyle büyük önem taşıyan 21 milyon nüfuslu bir devlet durumuna
gelen Osmanlı toprakları Almanya’nın iştahını kabartıyordu. Jön Türk ihtilali
ise Enver Paşa’yı diktatör durumuna getirmişti. Türk ordusunun yönetim ve
işleyişi için Almanya’nın planlar yaptığı, Liman Von Sanders’i İstanbul’a
göndermeyi tasarladığı sıralarda Nâzım Hikmet kaleme sarılmış, daha
3.7.1913’te (20 Haziran 329) Feryad-ı Vatan’ı yazmıştı. Nâzım:
Vatanın parçalanmış bağrı
Bekliyor senden ümit ediyordu.
Bilinen şiirlerinden birisi de «Bir Bahriyelinin ağzından»
başlığını taşıyordu. 16 Aralık 1914’te (3 Kânunuevvel 1330) da yazılan şiirde:
Ölüm karşımızdadır an be an
Vatan uğrunda ederiz fedayı can
diyor ve bir deniz askerinin duygularını dile
getiriyordu. Üç gün sonra da baba evinde karşılaştığı yangın üzerine 19 Aralık
1914 günü (6 Kanunuevvel 1330) şiir yazma hevesi kamçılanıyordu.İlk kez bir
yangın görüyordu. Nâzım bu şiirini yazdıktan sonra hep bu stilde beş yıl kadar
daha şiir denemeleri sürdürdü. Şiirleri, yaşadığı toplumu çerçeveleyen olaylar
ve kişiler hakkında oluyordu. O günkü ortam şöyleydi:
Dünya kana bulanmak üzereydi; Savaş tehditleri
yaygınlaşıyor, Avrupa, büyük bir savaşa gebe bulunuyordu. Devlet başkanlarının
tehditleri, galip geleceklerini ilan eden nutukları etrafa dehşet saçıyorken
Nâzım, galip gelmenin büyüklük, yenilmenin küçüklük sayıldığı anlayışı
içindeydi. Onun için de Birinci Dünya Savaşı’nm sonuçlarının anlaşıldığı. 1919
yılında Nâzım’m yazdığı bir şiirin ilk dörtlüğü şöyleydi:
Galipleri herkes sever
Mağluplardan nefret eder
Haklı haksız olsun mağlup
Yine herkes nefret eder.
Celile Hanım, Hikmet Bey’in çapkınlıklarından bıktığı
için ayrılmış (1917), Nâzım’ın bütün ısrarları kâr etmemiş ve beklenen son
gelip çatmıştı. Bu ayrılık Nâzım’ı üzdüğü kadar küçük kız kardeşi Samiye’yi de
perişan etmişti. Sık sık odaya kapanıyor, ağlıyor ve 18’in deki ağabey, kız
kardeşini teselli için çırpmıyordu. Samiye kardeşin bu durumu, Nâzım’a bir şiir
ilham etmişti:
İri damlalarla dolu gözleri
Her gece sofrada kardeşim neden
Sarıyor koluyla boş kalan yeri
«Hep onun» yüzünü biz düşünürken?
Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nu perişan
ediyordu. Almanlar safında savaşa girme, büyük felâketleri davet eden bir
karar olmuştu. Nitekim 2 Kasım 1914’te Çarlık Rusyası, Osmanlı İmparatorluğu’na
savaş açmış, 3 Kasımda İngiliz Donanması Çanakkale boğazına dayanmıştı. 5
Kasım 1914’te Müttefik Devletler Bloku, İmparatorluğa savaş ilanını tamamlamışlardı
ve böylece Almanya, Avusturya - Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı
İmparatorluğu grubuna (İtilaf Devletleri’ne) dahil 24 devlet savaş açmış
bulunuyordu.
Osmanlı
İmparatorluğunun askerleri üç kıtaya yayılmıştı. 9 ayrı cephede savaş veriliyordu.
Ama, düşmanlar güçlü idi; beraber savaşılan ordular süratle yenik düşüyordu.
Nihayet yenilgiler. İttihat ve Terakki Fırkası Hükümetini 30 Ekim 1918’de
Mondros Mütarekesini imzaya mecbur etti. Ertesi gün Mondros Mütarekesine imza
koyan devlet adamları, savaş silahlarının susacaklarını beklerken İngiliz
generalleri elde kalan toprakları işgal için planlar hazırlamaya
koyulmuşlardı. 23 Kasım 1918’de 55 parçadan oluşan müttefik savaş gemileri
İstanbul limanına demir attılar.
Ayrıca İngilizler her yerden işgale kalkışmış
ve 13 Nisan 1919’a kadar Batum’u, Antep’i, Trablus’u, Konya Istasyonu’nu,
Maraş’ı, Bilecik’i, Urfa’yı, Kars’ı işgal etmişlerdi, Samsun’a, Merzifon’a da
asker çıkarmışlardı.
Öte yandan Fransızlar Dörtyol’u, Adana’yı, Mersin’i,
Çiftehan’ı, Afyonkarahisar’ı işgal etmiş ve bu bölgelerde 16 Nisan 1919’a
kadar süren işgal eylemi büyük nefret uyandırmıştı.
İtalyanlar Antalya’yı, Kuşadası’nı, Fethiye, Bodrum ve
Marmaris’i işgal etmişlerdi. Ayrıca Konya ve Akşehir’e kuvvet gönderilmişti.
Yunanlılar, Fransızların kendilerine bıraktıkları Uzunköprü - Hadımköy
demiryolunu tutmuşlardı. Aydın Demiryolu da İngilizlerle Fran- sızlar tarafından
ortaklaşa denetim altına alınmıştı.
Bu facialar, yurdunu ve ulusunu seven herkesi mateme
boğmuş, saldırganlara karşı çıkma duygularını kamçılamıştı. Böyle bir felâket
döneminde eli kalem tutanlardan bir kısmı istilacılara alkış tutarken; bir kısmı
gönülden, aşktan ve sevdadan dem vururken; Nâzım işgal altında kalan şehirlerin
acısını iliklerine kadar duyuyordu. Ne var ki mevcut gazete ve dergilerin tümü
işgalcilere karşı koyan yazarların, gazetecilerin elinde değildi, hatta
çoğunluk sus pus olmuştu. Bu arada bazı şairler ve edebiyatçılar kendi
aralarında para toplayarak yeni bir aylık dergi çıkarmaya karar verdiler. Böylece
adı Vâlâ Nureddin tarafından konulan Birinci Kitap,, ikinci Kitap gibi her ay
sayısı birbirini izleyen bir edebiyat odağı oluşturuldu (Bu Dünyadan Nâzım
Geçti, 2. basım, s. 54). Bu yeni derginin yayın hayatına girdiği 1336 Ocak
tarihinde (Nâzım Hikmet’in İlk Şiirleri, Kerim Badi, s. 18) Nâzım genç
bir şairdi. /
Celâl Sahir, Halid Fahri Ozansoy ve Öteki
hececi şairler, Kadıköy’de Şifa’dan Moda’ya kadar uzanan ak şam gezintileri
yapıyor, olup bitenleri yorumluyor, ama hiç birisi bu faciaları yeren, imge ile
olsun dile getiren ve karşı duyguları geliştiren şiirler yazmıyorlardı. Bu gruba
Nâzım Hikmet, Mecdi Sadrettin de karışmıştı. Nâzım, o tarihlerde henüz ilk mısralarını
yazıyor, fakat bu heveskârlık şiirlerinde bile kuvvetli bir heyecan
seziliyordu» (Edebiyatçılar Geçiyor, H. F. Ozansoy, s. 64).
Nâzım Hikmet, İstanbul’da ulusal heyecanı yaşıyor,
istilacılara karşı ve de Avrupa’da, kendi aralarında imparatorluk hakkında
karar vermeye kalkışan sömürücü ve istilacı devletlere karşı başlayan mücadelenin
içinde yer alıyordu.
13 Ocak 1920 Salı günü Sultanahmet meydanında yapılan
mitingde Nâzım Hikmet konuşma kürsüsünün yanma kadar sokulmuştu. Kadıköy’de de
dağıtılan bir beyanname cebinde duruyordu. Bunda şöyle deniyordu:
«Memleketimizin
mukadderatı hakkında Avrupa’ da kararlar verilirken İslam ve Türk payitahtından
(Başkentinden) yükselecek hak sadasma iştirak etmek borcunu ödemeye geliniz.
Tüccar, memur, esnaf ve amele, talebe ve muallim, bütün müslüman ve Türkler,
Salı günü öğle namazından sonra Sultan Ahmet meydanında müslüman ve Türk
varlığını izhar için toplanacaklar, kararlarını verecekler, haklarını isteyeceklerdir.
Yarın Sultan Ahmet’te miting var!
Müslümanlar, her türlü mazerete rağmen mutlaka
geliniz!»
1337 (1921) yılının Ocak ayı, Nâzım’m yaşamında, şiir
anlayışının gelişiminde etki yapan akışın başlangıcı olur. Nâzım, Anadolu’da
başlayan ulusal kurtuluş mücadelesine katılmak için arkadaşı Vâlâ Nurettin’le
birlikte yola çıkmıştır. İnebolu şiiri bunu anlatır:
İki arkadaş tuttuk dağlara giden yolu, öyle
yükselmişiz ki, sahilde İnebolu ilçe sokaklarıyla ufaldıkça ufaldı,
Minareler bir çizgi, camiler nokta kaldı.
Evleri birbirine giren şehrin içinde.
Nâzım Hikmet Ankara’da ve Anadolu’da yaşadığı aylarda itilaf
devletlerinin İstanbul’u işgal faciasının Birinci Yıldönümünde yurtsever
duygularını mısralara aktarmış, bu şiiri de Anadolu’da Yeni Gün gazetesinin
birinci sayfasında yer almıştır. O günkü Yeni Gün’ ün birinci sayfasında Fatih,
Sultanahmet, Yeni Cami ve Valide Sultan camilerinin resimleri ile Fatih Sultan
Mehmed’in resimleri de yer almıştı. Ayrıca Nedim’den, Nefi’den, Ali Ekrem, Ziya
Gökalp, Tevfik Fikret, Hüseyin Suat, Necmettin Sahir, Abdiilhalim Çelebi,
Muhiddin Baha gibi ünlü kişilerin şiirleri de yayınlanıyordu. Nâzım Hikmet’in
16 Mart şiiri «Adalı Haydut’a» hitaben yazılmıştı. (Kerim Sadi, a.g.e., s.
120-121).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder